Kamboçya’nın pirinç tarlalarıyla çevrili Kompong Thom bölgesinde, 1925’te Saloth Sar adıyla doğan bir çocuk, bir gün Pol Pot olarak tarihin en karanlık sayfalarına adını kazıyacaktı. Onun hikayesi, Budist tapınaklarının sakin koridorlarından Paris’in ateşli politik tartışmalarına, oradan Kamboçya’nın toplu mezarlarına uzanan bir trajedi. Ama beni en çok sarsan, Pol Pot’un eğitimi bir basamak olarak kullanıp sonra ondan nefret etmesi, bilgiyi bir zehir gibi görmesi oldu. Eğitim, onun gözünde köylü toplumunun saflığını bozan bir düşmandı; bu nefret, okulları kapattı, bir ulusun geleceğini toplu mezarlara gömdü. Öte yanda, yıllar önce Paris’in aynı sokaklarında, Necip Fazıl Kısakürek kumar masalarında ve içki şişeleri arasında kaybolurken, kendi sağcı devrim hayalini inşa ediyordu. Her iki adamın bilgiye ve topluma dair zıt hayalleri, Paris’te filizlenen ironik bir tezat. Peki, bu öfke nasıl doğdu, nasıl bir sağcı devrim ateşine dönüştü ve bugün Kamboçya’nın tapınakları bu yaraları nasıl sarıyor?
Saloth Sar’ın çocukluğu, Kamboçya’nın kırsalında, Budist geleneklerin gölgesinde geçti. Genç yaşta bir tapınağa gönderildi; rahiplerin öğrettiği mantralar, dualar ve temel okuryazarlık, onun dünyasında derin bir iz bırakmadı. Phnom Penh’teki elit okullar, onu başka bir ufka taşıdı. Zeki ve hırslıydı; bu, 1949’da Paris’e burs kazanmasını sağladı. Radyo elektroniği okumak için geldi, ama Paris’in solcu kahvehaneleri, Stalin’in sert disiplini ve Mao’nun köylülere dayalı devrim hayali, onun asıl eğitimi oldu. Pol Pot, burada entelektüel elitlere karşı bir öfke geliştirdi; eğitimli sınıfları batının ve sömürgeciliğin bir uzantısı olarak gördü. Bu öfke, onun sağcı devrim inancını şekillendirdi: köylü toplumunu yücelten, şehirli elitleri ve eğitimi yok etmeyi hedefleyen bir vizyon.
Yirmi beş yıl önce, 1924’te, Paris’in aynı sokaklarında başka bir figür, Necip Fazıl Kısakürek, bambaşka bir yolda kayboluyordu. Genç Cumhuriyet’in bursuyla Sorbonne’da felsefe okumaya gelen Necip Fazıl, derslerden çok kumarhanelerin yeşil çuhalı masalarına ve içki şişelerine kapılmıştı. Kendi anlatımına göre, “gündüz ışığını görmediği” Paris’te, kumar tutkusu onu esir aldı; devletin gönderdiği parayı masalarda bırakıyor, kirasını ödeyemeyip sefil bir hayat sürüyordu. Bir arkadaşının ilaç parası için verdiği frangı bile kumarda harcadı; sabaha karşı eli boş döndüğünde, utancın ağırlığını hissetti. Bu bohem hayat, ironik bir şekilde, onun sağcı devrimci kimliğine giden yolu döşedi. Kumar ve içkiyle geçen geceler, batıya ve onun entelektüel dünyasına karşı bir isyanı ateşledi. Necip Fazıl, 1934’te Nakşibendi şeyhi Abdülhakim Arvasi ile tanışarak İslamcı bir ideolojiye yöneldi; kumar ve içkiyi “çöpe attığını” söyleyerek, şeriatçı bir düzen hayali kurdu. Ama ironiye bakın: Paris’te batının özgürlüklerini sonuna kadar yaşayan Necip Fazıl, bu deneyimi batıyı reddetmek için kullanırken, Pol Pot da aynı şehirde batının entelektüel mirasını reddederek sağcı bir devrim hayali kurdu. İkisi de Paris’ten zıt hayallerle döndü: biri şeriatçı bir düzen, diğeri köylü ütopyası.
Kamboçya’ya döndüğünde, Saloth Sar artık Pol Pot’tu. 1975’te Kızıl Kmerler Phnom Penh’i ele geçirdiğinde, sağcı devrimci vizyonu ülkeyi yuttu. Okullar kapatıldı, kitaplar yakıldı, öğretmenler ve akademisyenler ya infaz edildi ya da tarlalara sürüldü. Eğitim, Pol Pot’un gözünde sömürgecilerin bir tuzağıydı; köylü toplumunun saflığını bozan bir virüs. Çocuklar kalem yerine kürek tuttu, okuma yazma yerine rejimin marşlarını ezberledi. Mao’nun Kültür Devrimi’nden ilham alan bu vizyon, Kamboçya’yı bir entelektüel çöle çevirdi. Choeung Ek gibi “Ölüm Tarlaları”nda, öğretmenler, doktorlar, hatta gözlük takanlar “entel” oldukları gerekçesiyle katledildi. Bu toplu mezarlar, sadece cesetlerin değil, bir ulusun bilgiye erişiminin de gömüldüğü yerlerdi. Milyonlarca insan açlık, zorla çalıştırma ve infazlarla yok oldu; tahminler, 1,7 ila 2 milyon can kaybından bahsediyor.
Pol Pot’un eğitimi bir düşman olarak görmesi, kendi eğitimli geçmişine bir ihanet gibiydi. Paris’te öğrendiklerini, Kamboçya’nın entelektüel mirasını silmek için kullanmıştı. Necip Fazıl’ın ironisi de farklı değildi: kumar ve içkiyle geçen Paris günleri, onun şeriatçı devrimci kimliğini şekillendirdi, ama bu kimlik, kendi geçmişine bir reddiye oldu. İkisi de bilgiyi bir araç olarak kullanıp, sonra ona sırt çevirdi.
Bugün Kamboçya, bu karanlık günlerin yaralarını sarmaya çalışıyor. Okullar yeniden açılıyor, gençler okuma yazma öğreniyor, ama kayıp nesillerin acısı hâlâ taze. Budist tapınakları, bir zamanlar Pol Pot’un geçtiği yerler, şimdi iyileşmenin merkezi. Phnom Penh’teki Wat Bo gibi tapınaklar, rahiplerin çocuklara ücretsiz okuma yazma öğrettiği, ahlaki değerleri aşıladığı ve toplumu bir araya getirdiği yerler oldu. Pol Pot’un yok etmeye çalıştığı bilgi, bu tapınaklarda yeniden yeşeriyor; bir zamanlar onun nefretinin gölgesinde kalan mekanlar, şimdi Kamboçya’nın geleceğini aydınlatıyor.
Pol Pot ve Necip Fazıl’ın hikayeleri, eğitimin ne kadar kırılgan ama bir o kadar da vazgeçilmez olduğunu hatırlatıyor. Toplu mezarlar, bilgisizliğe gömülmenin korkunç sonuçlarını gösteriyor. Paris’te kumar masalarından sağcı devrimci kimliğe sıçrayan Necip Fazıl ile köylü ütopyası hayali kuran Pol Pot, ironik bir şekilde aynı gerçeği kanıtlıyor: bilgi, hem bir silah hem bir kurtuluş. Peki, ya sizce? Bir toplumun bilgiye erişimini korumak için ne yapmalı? Bu gölgelerden ders alarak, geleceği nasıl inşa ederdiniz?
Pol Pot ve Necip Fazıl’ın dönüşümleri bana ailelerin çocuk yetiştirme süreçlerini anımsattı. Alkolik bir ebeveyn ile büyüyen iki kardeşten birinin alkolik olmayı, diğerinin tamamen alkol karşıtı olmayı seçmesi gibi.. ya da çok baskıcı bir ailede yetişen annenin, çocuklarını oldukça baskı altında veya tamamen -uçlarda bir özgürlük tanıyarak yetiştirmesi gibi… (sınır çizmeyerek, hayatı hem çocuğu hem kendi için zorlaştırarak)
YanıtlaSilBir de entelektüellerin eziciliği gerçekten ne yaşattı da böyle bir öfkeyle dolup taştı, bunu merak ettim. Bir caniyi savunmak değil tabi niyetim ama belki çift taraflı okumak da gerekebilir. Çoğu İnsan İyidir kitabında Bregman, insanların temelde iyi olduklarını varsaymanın başka seçenekleri de mümkün kıldığından bahsediyordu. Yani ne farklı olmuş olsaydı Pol Pot böyle olmazdı.. Bunu düşünmek de gerek yeni caniler yetişmemesi için..
Son olarak toplumun bilgiye erişimini korumak için hukuk sistemine sahip çıkmak gerekir. Eğitim ve hukuk sistemleri toplumların iki temel yapı taşı, bu iki temel sağlam olmazsa diğerini her zaman eksik bırakırız bence..