YENİ BİR ÇOCUKLUK YARATMAK
En temelde, çocukluk bizim kültürümüzde övülen bir şeydir. İnançlarımıza göre, bir çocuk akıl baliğ olana kadar günah işlemez. Bu nedenle kutsaldır. Hristiyan töresinde ise çocuk, bir günahın neticesidir. Doğu ve Batı bu konuda bir çelişki içindedir; taban tabana zıt bir çelişki.
Bizim kültürümüzdeki çocukluğu her ne kadar naif bir yerden görsek de, gerçekte olan şey Cumhuriyet tarihi ve Osmanlı Devleti’nin son döneminden itibaren fazlaca militarize olmuştur.
Bunu dönemin edebiyatından, süreli çocuk yayınlarından, devletin tesis ettiği kurumlardan, gazete yazılarından, maarifin müfredatından rahatlıkla anlayabiliyoruz.
Balkan Savaşları ile kaybettiğimiz topraklar, Yunan ve Bulgar düşmanı bir çocuk aklının gelişmesine zemin hazırladı. Bu bakış, sonraki dönemlerde de milliyetçi, hatta fazlaca militarize olmuş bir çocuk aklının ortaya çıkmasına neden oldu.
Batı’nın, özellikle de Fransa’nın etkisinde kalan aydın camianın neredeyse taklit edercesine bir tutum içinde olduğunu görüyoruz. "Sefiller"de krala karşı kurulan barikatlarda çocukları görürsünüz. Bunun manası şudur: Özünde çocukluğa gerekli önemi vermeyen kilise aklıyla savaşan Batı, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik vurgusuyla bezenmiş ulusçu bir niyetin peşinde olmuştur. Elbette ki öncelik çocukların değildir. Savaş kilise ve kralladır. Bunun manası, üstünlerle savaştır. Bu savaş, geleceğin yeniden ve yeniden inşasını da planlamayı getirmiştir. Bu nedenle Fransa’nın 3. ve 4. Cumhuriyet’inden söz ediyoruz. Bu bağlamda sürdürülebilir bir akıl inşa edilecekse, çocuklara elbette özel bir alan açılmalıdır. Bu yaşananlar, Fransa özelinde çocukluğu hem militarize etmiştir hem de J.J. Rousseau gibi düşünürlerin yol göstermesiyle çocukların eğitimi, pedagojisi, kimlikleri yavaş yavaş bir tanıma kavuşmuştur.
Fransa’nın bayrağındaki renklerin özgürlük, eşitlik ve kardeşliği işaret ettiğini biliyoruz. 2. Meşrutiyet’ten sonraki dönemde aydınların Türk çocuğuna bazı erdemler önerdiğini görüyoruz. Bunlar; hürriyet, eşitlik, adalet ve kardeşliktir. Bunu bir Fransız etkisi olarak değerlendirmekte bir sakınca görmüyorum. Hatta "Yerli Fransız İhtilali denemesi" de denebilir. Fransız İhtilali, sonuç olarak kralın artık olmadığı bir yolun en önemli olayıydı. Bizde 1908 yılında yaşananlar bana 1789 yılında Paris’te olanları hatırlatıyor.
1908 yılının sonrasındaki süreçte hem resmi pedagoji hem de resmi olmayan akıl, çocukluğu intikam alma, ülkesine bağlı olma, geleceği inşa etme gibi niyetlerle tanımlamış ve buna uygun yapılanmalar ortaya çıkmıştır.
Müfredatta Türkçe ve Türklük vurgusu artmış ve bu Cumhuriyet Dönemi’nde de devam etmiştir.
İzcilik müessesesi aracılığıyla resmi olmayan askeri düzen tesis edilmiş ve gerekirse savaşabilecek gençlere yol gösterilmiştir.
Dönemin Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp gibi aydınları Türklük üzerinden eserler vermiştir. Benzer ekolün yazarları, süreli çocuk dergilerinde yine aynı düşünceyi besleyen yazılar kaleme almıştır.
Kısacası dönemin Türk çocuğu, içerideki ve dışarıdaki düşmanlara karşı uyanık olmalıdır.
Bedenini sporla terbiye etmelidir. Ruhunu Türklük mefkuresi ile doldurmalıdır. Zihnini bilimle meşgul etmelidir. Bu bakış açısı, esasen biraz seküler dursa da aynı dönemde milliyetçiliğin tüm dünyada öne çıkmasından dolayı pek göze çarpmaz ve Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra da yavaş yavaş önemini yitirir. Söz gelimi, Sünni pedagojiyi icra eden medreseler artık ortadan kaldırılacaktır.
Cumhuriyet tarihi boyunca bu türden meseleler gündemden hiç düşmeyecektir. Artık halk, tebaa olmaktan vatandaş olmaya geçmiştir. Dünya, son 2 yüzyıldır mücadelesini verdiği Mitos-Logos savaşını bilimin lehine kazanmıştır.
Batı’nın aklı, son defa iki dünya savaşı arasındaki dönemde milliyetçiliği en üst seviyeye çıkaracaktır. Hitler Dönemi’ne bakıldığında çocukluk yine ve yeniden inşa edilecektir. Söz gelimi, üstün ırk olan Almanlar bunu çocuklara öğretecek ve milliyetçiliğin propagandasını son kere en üst seviyede yapacaktır.
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, özellikle Batılı toplumlarda militarize olmuş çocukluk giderek seyreltilmiş biçimde ele alınacaktır.
Bizim toplumumuzda ise Milli Eğitim Bakanlığı, Türk çocuğunun mefkuresini planlayıp öğretmeyi sürdürmüştür. Tıpkı Batı’da olduğu gibi, bizim sürecimiz de zaman içinde çözülmüş ve şu sıralar politikacıların etkisiyle daha Sünni bir zeminde konumlanmaktadır.
Çocukluk her ne kadar geçici vaazların etkisinde kalsa da, şu andaki mevcut durum milliyetçi diyebileceğimiz bir noktadan uzaklaşmıştır. Örneğin, Cumhuriyet pedagojisinde Yerli Malları Haftası çok önemsenirdi. Şu sıralar artık unuttuk desek yeridir.
Bunun anlamı tam olarak çözülmedir. Bana kalırsa öyle de olmalıdır. Irk ve inançlar üzerinden tanımlanan çocukluk, artık bir köye dönüşen dünyada pek mantıklı bir hareket değildir.
Söz gelimi, ben bu yazıyı yerimden yurdumdan 6000 km uzakta bir kafede yazıyorum. Bu durumun alelade olduğunu, hatta gelecekte daha da sıradan bir hale dönüşeceğini kestirmek çok kolay.
Kısacası, çocukluğun varlığı, tanımlanması, militarize olması, dönüşmesi, pedagojisi tarihimizin son 150 yıllık kısmında vardır. Çağın gereklerine uygun bir biçimde ele alınarak, evrensel bir pedagoji ortaya koymalıyız.
Bu evrensellikle militarizm, milliyetçilik, din, töre, gelenek yoktur. Bu evrensellik, birey olma, kendini tanıma, insanlığa faydalı olma, ulaşılabilecek en üst seviyede ahlaklı, duyarlı, ilkeli bir birey olmayı içerir.
**Taşkent, 19 Ağustos 2024
Şahin Çevik**
https://economictimes.indiatimes.com/news/politics-and-nation/child-policies-across-the-world-from-those-imposing-restrictions-to-others-offering-incentives-to-have-more-kids/articleshow/58199912.cms?from=mdr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder