İNÖNÜ - TRUMAN - STALİN: TARAFINI SEÇ

Atatürk, Cumhuriyet'in ilk yıllarında, tarih, dil ve kültür alanlarında Türkçülük vurgusuyla hareket etti. Bu durum, seküler ve ulusçu bir yaklaşımdı.
Bu yaklaşımın sonucunda yapılan ilk hareketlerden biri, diğer Türk devletleriyle birlikte hareket etme çabasıydı. Söz gelimi, Türkî Cumhuriyetler olarak adlandırdığımız ülkelerle bir Türk birliği kurmak hedeflerden biriydi. Buna bugünlerde "Turan Politikası" diyoruz. Elbette Türklerin bir gün birlikte hareket etmesi, Sedat Peker tarafından ortaya atılan bir düşünce değil; kökleri var.
Bu niyet, 1929 yılında dünyada olan bitenlere bakacak olursak, oldukça büyük bir politik başarıdır. O yıllarda, uluslararası politikalarda ve hareketliliklerde tarafsız kalma ve kendi sorunlarına odaklanma çabası içinde olan Türkiye, çekimser ataklar yaparak kimliğini güçlendirmeye çalışıyordu.
1929 yılında Amerika'da Büyük Buhran adı verilen bir ekonomik kriz patlak verdi ve dünyayı etkisi altına aldı. Türkiye, yeniden yapılandırmak zorunda olduğu kimliğini ekonomik olarak da inşa etmenin derdindeydi.
1921 yılından itibaren politikaya atılan Adolf Hitler, kendi kanadını yaratıyordu ve 1933 yılında faşist uygulamalarına en güçlü şekilde devam ediyordu. Tam bu yıllarda, birçok Yahudi ve muhalif bilim insanı Türkiye'ye geliyordu ve Türkiye yine dengeli bir tutum sergilemek zorundaydı.
Bu dönemin önemli başka bir konusu ise Stalin faşizmiydi. Stalin'in Kazakistan'a sürgüne gönderdiği Troçki, 1929 yılında Kazakistan'dan kaçarak İstanbul'a geldi ve 1933 yılına kadar Büyükada'da yaşadı. Dönemin solcuları ya da devrimcileri, Troçki'yi misafir etmek için adeta yarışıyordu, ama Nazım Hikmet bir adım öne çıkarak ev sahipliği yaptı. Ancak bu durum tabii ki Stalin'i biraz kızdırıyordu. Sonrasında Troçki, Türkiye'den ayrılarak Fransa, Norveç ve Meksika'ya geçti ve Meksikalı entelektüel Diego'nun misafiri oldu. Diego'yu Frida Kahlo'nun kocası olarak da biliyoruz. Bu kısmı daha fazla genişletmeyelim.
İşte bu kargaşanın içinde, Atatürk'ün adına "Turan" demese de Türkler arasında ekonomik, siyasi ve politik bir düzenek yaratma çabası çok değerlidir.
Peki ne oldu? Türkiye ve Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Türkmenistan, benzer yıllarda Arap alfabesinden Latin alfabesine geçtiler.
Kendi mecrasında ilerleyen ve ortak hedeflere hizmet eden bu hareket belli ölçüde başarılı oldu, ama ömrü pek uzun sürmedi.
1936 yılında başlayan Türkiye ile Rusya arasındaki Boğazlar Krizi, Stalin Rusya'sını öfkelendirdi. Bunun elbette bir karşılığı olacaktı. Türkiye, istese de istemese de bir seçim yapmak zorunda kaldı ve kendini bir anda Amerikan politikalarını takip eden bir devlet olarak buldu.
İşte burada olanlar oldu. Adına Soğuk Savaş dediğimiz ekonomik ve politik alandaki Amerikan-Rus savaşının tarafı haline gelen Türkiye Cumhuriyeti, Rusya'nın hedefi haline geldi. Türkiye'nin Sovyet Rusya'ya bağlı Türkî Cumhuriyetlere "abilik" yapma ve ortak alfabe ile kurulan iletişimin kesilmesi için ivedilikle SSCB'ye bağlı Türk devletlerindeki alfabe Kiril Alfabesi'ne döndü. Tarihler 1940'lı yılları gösteriyordu.
Yakın geçmişte alfabelerini değiştiren ülkeler, kültürel bakımdan bir üretim yapamadan, henüz bebek adımları atılan dil aracılığıyla kültürlenme yolunda zaman kaybettiler.
Bir niyet erkenden idam edilmişti. Türkiye bağımsız bir ülke olduğu için -yukarıda artık Amerikancı bir yerde durduğumuzu konuştuk ama en azından kısmen de olsa bağımsız olduğumuz ve yönümüzü bir anlamda batıya döndüğümüz için diyelim- Harf Devrimi'ni devam ettirdi.
Sonraki dönemde Soğuk Savaş bir süre yürürlükten kalktı ve dünya ikinci defa birbirine girdi. Saflar yeniden şekillendi. Amerika, Almanya ve Rusya, o döneme büyük bir etki yaparak bugünün şekillenmesini sağladı ya da olumsuz durumların olduğu bir gezegende yaşadığımızı düşünüyorsak, bu duruma sebep oldular.
Bu süreç, 1991 yılına kadar en azından alfabe tercihleri ya da zorlamaları bakımından bu şekilde devam etti.
1991 yılında SSCB dağıldı ve Türk devletleri yeniden kendi kimliklerini yaratmanın yollarını aramaya başladı.
Sanat, spor, ekonomi, politika ve eğitim alanlarındaki çabalar, bugünlerde kendini iyiden iyiye göstermeye başladı.
Bu çabaların en önemli alanı tabii ki her zaman eğitim olmuştur. İngiltere'den bağımsızlaşan Hindistan, Hollanda'dan bağımsızlaşan Güney Afrika, Rusya'dan bağımsızlaşan Finlandiya ve Türkiye Cumhuriyeti, sözleşmişçesine ilk iş olarak eğitim alanında büyük çabalar ve reformlar ortaya koydular.
Sıra Türkî Cumhuriyetlere geldiğinde ise yine eğitim önemli hale geldi. Söz konusu ülkeler, teker teker Kiril Alfabesi'ni bırakarak Latin Alfabesi'ne geçiş yaptı. Son olarak, 2017 yılında başlayan süreç, 2025 yılında tamamlanmak üzere Kazakistan'da yaşanıyor.
Bu ülkeler artık yönünü batıya çevirmek, sadece Türkiye ile değil, diğer batılı devletlerle de doğru ilişkiler kurmak istiyorlar.
Galiba başaracaklar.
https://m.aksam.com.tr/guncel/rus-izleri-siliniyor-orta-asya-turk-devletlerinde-degisim-yasaniyor/haber-1157734
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder