10 Nisan 2019 Çarşamba

Biz Süryaniler 4000 Yıl Önce Burada Güneşe Tapıyorduk

Biz Süryaniler 4000 Yıl Önce Burada Güneşe Tapıyorduk.

Çakıl taşlarını bilirsiniz. Denizlerin ya da akarsuların kenarlarında olanlardan bahsediyorum. Hani şu şekilleri oval olanlar…
Suların ve dalgaların etkisiyle sürekli birbirine temas eden ve zaman içinde formları ovalleşen bu taşların köşelerinin erimesi üzerine düşündüm. 

Nisan tatilinde Şanlıurfa, Diyarbakır ve Mardin’e seyahat ettim. Özellikle de Mardin’de düşündüm bu konuyu.
Neden mi?
Süryaniler, Sami ırkından gelen, 4000 yıldır aynı yerde yaşayan bir topluluk ve hala aynı noktada yaşantılarına devam ediyorlar. Türkiye’de yaşayan 15 000 Süryani’nin olduğu biliniyor. Hindistan’nın Kalküta bölgesinde ise 2-3 Milyon Süryani yaşadığı tahmin ediliyor. Avrupa’da da çok Süryani var. Açıkçası savaşlar, azınlık olma hissi gibi sebeplerle dünyanın çeşitli bölgelerine yayılmış durumdalar.
Süryaniler giderken ya da azalırken aynı coğrafyaya zaman içinde Kürt, Ermeni, Türk ve Arap toplumları da gelmişler ve kalıcı olmuşlar. Hala daha birlikte yaşıyorlar.
Bu metin süryani tarihi konusunda bilgilendirici bir metine dönüşmekte olduğundan burada kesiyorum.
Gördüğüm, anladığım ve hissettiğim kadarıyla bu kadim coğrafyanın insanları bin yıllar boyunca birbirine temas ede ede birlikte yaşamayı öğrenmişler. Birbirlerini tanımışlar. Birbirine temas eden çakıl taşları gibi köşelerinden ve sivri taraflarından arınmışlar. Evlenmişler, paylaşmışlar, birlikte üzülmüşler,halden anlamışlar…
Hepsinin ibadeti, kahramanları, kutlamaları farklılık gösteriyor ama saygı ve sevgi ile birbirlerine tahammül ede ede bu işi ezberlemişler. Kısacası bir tür birlikte yaşama kültürü yaratmışlar.
Hem biliyor musunuz? ‘’ tahammül’’ kelimesinin kökünde yük taşımakla ilgili olan hamal kelimesi vardır. Hamile kelimesi de buradan gelir. Kısacası karşıdakine tahammül etmek bir tür yük taşıma işidir. Buna alışınca ruh daha töleranslı bir hale geliyor olmalı.
Hatta Diyarbakır’dayken çarşıda bir esnafın dükkanının içine kafamı uzattım. ‘’Gel çay iç’’ dedi birisi. Oturdum içtim. Şekerini kendine göre atmıştı. Çok şekerliydi ama içtim. Kendisi için hazırladığı ama henüz ilk yudumunu almadığı çayını bana uzatmıştı.
Delilik bu. Ama kürtlerin bu hallerini iyi bilirim. O çay içilecek!
Dayanamadım sordum.
‘’ Beni tanımazsın, neden bana çay ısmarladın?’’ dedim.
Cevap tabii ki birlikte yaşama üzerine bir vurguydu.
Bu duygu ekosistemi imkansız bir şey mi? Bu iklim bütün ülkeye yayılamaz mı? Gergin, kızgın ve nefret dolu isek sebebi ne?
Anlatmaya çalıştığım şeyi başka bir açıdan ele alacak olursak ; Türkiyemizde dindarlar, CHP’liler, Kürtler, İzmirliler, (pardon Gavur İzmir olacaktı) ülkücüler, lazlar, şehirliler, Aleviler, cemaatler, Nişantaşlılar, ünlüler, Suriyeliler, Alamancılar, Adanalılar… toplumun her bir parçası birbirinden kopuk, temassız, nefreti yayan bir iklimde yaşantısına devam etmekte olduğu için toplumumuz bu kadar gergin olabilr mi?
Eğer ben gereksiz yere kaygılanıyorsam birisi bana bir açıklama yapsın lütfen.
Mesela alevi bir kız ile evlensem buna laf edecek biri çıkar mı?
Bu arada bana sünnisin dedikleri için böyle yazıyorum. Yani Sünni ve Türk olmakla ilgili herhangi bir kanıtım yok.
Ez cümle temas yoksa nefret var. Birbirimizin canını acıtan sivriliklerimiznden arınacağız . Başka çıkar yol yok. Başka şansımız yok.

Göbeklitepe üzerinde daha fazla durulmalıydı ama bu yazının konusu bambaşka.
#seyyahogretmen
1 NİSAN 2019
Diyarbakir-Urfa-Mardin

1 yorum:

  1. Nefis, sıcak, akıcı ve insancıl bir yazı. Hamuru aynı olan insanlığın farklı kalıplarda ve farklı fırınlarda pişmesinin bizi ayırmadığını anlıyorum kendime göre. Yüreğinize ve kaleminize sağlık. Teşekkürler. 😊

    YanıtlaSil