6 Şubat 2018 Salı

Pedagojinin Ezilenleri veya Akıllı Maymunlar


Dünyanın her tarafında ırkçılıkla mücadele ediliyor. Özellikle de siyahilere karşı olan ırkçılık çok meşhur bir konu olarak varlığını sürdürüyor.

Çoğunlukla World Bank, UEFA, UNİCEF, UN, EU ve daha birçok batılı organizasyonun faaliyet alanlarından birisi de ırkçılıkla mücadele.

Bu meselenin neden özellikle de batının gündeminde olduğunu elimden geldiğince açıklamaya çalışacağım. Böylelikle bugünü anlamamızın kolaylaşacağı düşüncesindeyim.

Bunun için 14. Yüzyıla gitmemiz gerekiyor. Düşünsenize henüz Amerika yok!

14. yüzyıl ile 19. Yüzyıl arasında İspanyollar, Portekizliler, Fransızlar, İngilizler ve Hollandalılar Güney ve Kuzey Amerika, Afrika, Pasifik bölgelerinde insanlık onuruna hiç yakışmayacak seviyede köleleştirme, soykırım ve katliamlar yaptılar.  Soykırımı toprakları ele geçirmek, katliamları korkutmak ve köleleştirmeleri de kendi ülkelerindeki refahı artırmak için yaptılar. Tabii ki kendi refahları…

Birkaç örnek vermek gerekirse Tahiti’nin altın madenleri önce İspanyollarca tüketildi ardından Fransızlar bölgeyi ele geçirdi ve ormanlarını gemiler yapmak için yok etti. Tabi bu el değiştirme dönem başkanlığını devreder gibi olmadı. Normalde Fransızlarla İspanyollar arasında bir savaş olacaksa Bask bölgesinde olur ama savaş uzaklarda Haiti’de oldu ve Fransızlar kazandı. Benzer savaşlar Fransızlar, İngilizler, İspanyollar, Portekizliler ve Hollandalılar arasında sömürge ve köleleştirme için dünyanın her yerinde yapıldı. Mesela Rio şehrini Fransızlar kurmuş ama Portekizliler Fransızları katlederek şehri ele geçirmişlerdir ve Brezilya’yı sömürge haline getirmişlerdir. Bu sebepten dolayı kocaman Brezilya’nın resmi dili Portekizcedir.
Bir başka hikaye ise Galeano’nun Aynalar kitabına göre New York şehrinin ilk adı New Amsterdam’dır. Burayı da Hollandalılar kurmuştur ama İngilizler de Hollandalıları katlederek burayı ele geçirmiş ve Amerika’nın tohumlarını atmıştır ve yine benzer şekilde Amerika’daki resmi dilin İngilizce olması bundandır.
 İletişimin güçlenmesi ile utanç verici hallerinden son dönemde vazgeçen batı şu anda ırkçılık ve kölelik konusunda çok çaba sarf ediyor. Bana kalırsa artık değişmediler sadece karşı öfkenin korkusundan yapıyorlar bunu. Eee kolay değil nerdeyse 1000 yıl boyunca birikmiş bir öfke var…



Bugün Comores Takım Adaları, Guyana, Guadalup, Martinik, Haiti, Madagaskar, Kaledonya, gibi birçok ülkenin başkenti Paris’tir. Yani buralar ve birçok devlet hala daha Fransa devletine vergi ödüyorlar. Şaka değil bu devletlerin adlarını Google’da ararsanız ne kadar dağınık bir coğrafyada olduklarını ve sömürge meselesinin boyutlarını sadece Fransa üzerinden görebilirsiniz. Afrika kıtasının kuzeyinden, Cezayir’den vs. bahsetmiyorum bile…

Bu batılı devletler geniş coğrafyalarda at koştururken elbette insan gücüne ihtiyaç duyuyorlardı. Doğal olarak zaman zaman insan gücünün yani kölelerin transfer edilmesi gerekiyordu ve bu iş şu anda 15 saatlik bir uçak yolculuğu ile yapılmıyordu elbette. Mesela Hindistan’dan İngiltere’ye Büyük 

Londra Yangını’ndan ( 2 Eylül 1666- 5 Eylül 1666)  sonra transfer edilen kölelerin taşınması aylarca sürüyordu. Şehri taştan yapmaya karar veren Londralılar köleleri getirmesin miydi yani? Ya da Amerika’daki şeker kamışı çiftliklerinde çalışacak siyahi kölelerin Afrika’dan Amerika’ya olan yolculuğu da aynı şekilde. Zincirsiz filmi boşu boşuna çekilmedi sonuçta. Bu kölelerin insan gibi algılanmıyor olmasından dolayı gemilerle taşınması da bu inanca göre düzenleniyordu. Açlık ve hastalık nedeniyle ölenler denize atılıyor. Her bir yolcu için sadece bir tabuttan daha küçük alanlar ayrılarak gemilerin içi istifleniyordu.  







 Köleleştirme operasyonu yapılırken uzak illerdeki (Fransa devleti bu bölgelere DOM-TOM diye resmi bir ad vermiştir http://frenchetc.org/2008/10/07/french-overseas-territories/ ) kölelerin tespiti, ele geçirilmesi, gemilere bindirilmesi gibi işleri yapacak bazı memurlara ihtiyaç vardı ve bu memurlar belirttiğim batılı ülkelerin hapishanelerindeki mahkûmlardı. Batılı devletler bir taşla iki kuş vurma işini yine iyi yapıyordu.

Farkındayım bu metnin henüz eğitimle alakası fark edilmiyor.  Şu andan itibaren batının yüzyıllar önceki halinden değil bu günden bahsedeceğim. Geride kalan çirkin miras hafızalardan silinmeyeceğine ve herkesin Nelson Mandela gibi bağışlayıcı ya da Mohandas Ghandi gibi sakin olmayacağına göre hali hazırda var olan öfkeyi yönetmek gerekecektir. Günümüzde insanları şekillendirmenin en kolay yolu eğitim olduğu için batılı devletler içinden mermi çıkan silahı kenara bırakıp içinden istendik insanlar çıkan eğitim silahını kullanmaya başlamıştır. Bunları öyle oturduğum yerden yazmıyorum. 2017-2018 Eğitim Öğretim Yılı sömestir tatilimi Güney Afrika’nın okullarında geçirdim. 

Anladıklarım ve yaşadıklarım bir insan ya da bir öğretmen olarak canımı çok sıktı. Mesela Güney Afrika 1994 yılında bağımsızlığını ilan etmiştir. Nelson Mandela’nın inanılmaz hikâyesi başka bir yazının konusu olacak ama birçok Afrika ülkesinde benzer hikâyeler var ve ayrıca değineceğim. Ülke bağımsızlığını ilan ettiğinde ilk reformlardan birisi tabii ki eğitim üzerineydi. Değişmesi gereken çok şey vardı. Mesela zekâ ve bilişsel kapasiteleri zayıf olduğu gerekçesiyle siyahilerin okullarındaki müfredatlar çok hafif tutulmuştu. Sonuçta yerleri silmek için matematik bilmeye gerek yoktu. Okulların ayrı olması müfredatın zayıf olması bile siyahilerin kimliklerini öğrenmesini ve hadlerini ezberlemesini sağlıyordu ya da sebep oluyordu.


Bu bilgiyi Güney Afrika’nın Western Cape bölgesindeki Mondeor Eco School’un İngilizce öğretmeni ve okul müdürünün de katıldığı bir röportajda öğrendim. Okullar ve eğitim bundan daha vahşice kullanılabilir mi diye düşünüyorum açıkçası.


Aynı seyahatte Johannesburg şehrinde bulunan Phoenix Koleji’nin müdürü ile yaptığım bir röportajda ülkenin en önemli eğitim hedefinin siyahlar ile beyazlar arasında bir denge kurmak olduğunu çatışma kültürünü yol etmeye çalıştıklarını öğrendim. Sonuçta  ‘’ilkmenin yağı çok çıkar’’ derler. Bu deyiş ‘’düzenli olarak biriken şeyler tahmin edilenden daha fazla hale gelir’’ anlamındadır ve Maraş yöresinde kullanılır… Afrika’nın öfkesi de yüz yıllar boyunca birikmiş olup mutlaka kontrollü bir şekilde ortadan kaldırılmalıdır. Güney Afrika’daki eğitimin amacının çatışmasızlık ve denge üzerine olmasına şaşırmamak gerekir.

Evet yasalarda ve metinlerde işlerin son 24 yılda yavaş yavaş değiştiğini işaret ediyor ama Güney Afrika’nın nüfusunun %25’i  beyazlardan geri kalanı da siyahlardan oluşuyor. Fakat ekonominin   %75’i beyazların elinde kalanı ise siyahilerin elinde bulunuyor. Siyasal güç transferi gerçekleşmiş ama sermaye transferi gerçekleşmemiş. Uzun vadede sorun yaratabilecek bir istatistik olarak öylece varlığını sürdürmeye devam ediyor. Nelson Mandela 4 yıl önce vefat etti ve geride kalanların bu mesajı ne kadar taşıyabileceklerini sorarsanız bu konudaki tereddütlerimi size anlatırdım.
Mesela hiçbir yerde siyahiler ile beyazları sosyalleşirken, sohbet ederken ya da beraber çalışırken görmedim.  Açıkçası sokakta, tarlada, çiftlikte vs. çalışan bir beyaz da görmedim. Kısacası güney Afrika’da işler son halini almış değil. Halk gergin…

Not1: Yukarıda anlatmaya çalıştığım sömürge tarihi döneminde Osmanlı Devleti’nin güçlü olması bu coğrafyanın insanlarını korumuş olmalı. Çünkü batının yöntemi zayıfın elindekini almak üzerinedir. Bu bilgi ya da yorumun gerçekliğinden emin değilim, sadece  yorum.


Not2: Yazının başlığı Paulo Freire ‘nın Ezilenlerin Pedagojisi Kitabı ve Michael Foucault’nun köleleştirilen siyahilere ‘’ Akıllı Maymunlar’’ diye bakılmasını eleştirmesine atıf olarak düşünülmüştür.

Şahin Çevik 
1 Şubat 2018 
Cape Town - South Africa

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder