Dünyanın her
tarafında ırkçılıkla mücadele ediliyor. Özellikle de siyahilere karşı olan ırkçılık
çok meşhur bir konu olarak varlığını sürdürüyor.

Bu meselenin
neden özellikle de batının gündeminde olduğunu elimden geldiğince açıklamaya
çalışacağım. Böylelikle bugünü anlamamızın kolaylaşacağı düşüncesindeyim.
Bunun için
14. Yüzyıla gitmemiz gerekiyor. Düşünsenize henüz Amerika yok!
14. yüzyıl
ile 19. Yüzyıl arasında İspanyollar, Portekizliler, Fransızlar, İngilizler ve
Hollandalılar Güney ve Kuzey Amerika, Afrika, Pasifik bölgelerinde insanlık
onuruna hiç yakışmayacak seviyede köleleştirme, soykırım ve katliamlar
yaptılar. Soykırımı toprakları ele
geçirmek, katliamları korkutmak ve köleleştirmeleri de kendi ülkelerindeki
refahı artırmak için yaptılar. Tabii ki kendi refahları…
Birkaç örnek
vermek gerekirse Tahiti’nin altın madenleri önce İspanyollarca tüketildi
ardından Fransızlar bölgeyi ele geçirdi ve ormanlarını gemiler yapmak için yok
etti. Tabi bu el değiştirme dönem başkanlığını devreder gibi olmadı. Normalde
Fransızlarla İspanyollar arasında bir savaş olacaksa Bask bölgesinde olur ama
savaş uzaklarda Haiti’de oldu ve Fransızlar kazandı. Benzer savaşlar
Fransızlar, İngilizler, İspanyollar, Portekizliler ve Hollandalılar arasında
sömürge ve köleleştirme için dünyanın her yerinde yapıldı. Mesela Rio şehrini
Fransızlar kurmuş ama Portekizliler Fransızları katlederek şehri ele
geçirmişlerdir ve Brezilya’yı sömürge haline getirmişlerdir. Bu sebepten dolayı
kocaman Brezilya’nın resmi dili Portekizcedir.
Bir başka hikaye
ise Galeano’nun Aynalar kitabına göre New York şehrinin ilk adı New Amsterdam’dır.
Burayı da Hollandalılar kurmuştur ama İngilizler de Hollandalıları katlederek
burayı ele geçirmiş ve Amerika’nın tohumlarını atmıştır ve yine benzer şekilde Amerika’daki
resmi dilin İngilizce olması bundandır.
İletişimin güçlenmesi ile utanç verici
hallerinden son dönemde vazgeçen batı şu anda ırkçılık ve kölelik konusunda çok
çaba sarf ediyor. Bana kalırsa artık değişmediler sadece karşı öfkenin
korkusundan yapıyorlar bunu. Eee kolay değil nerdeyse 1000 yıl boyunca birikmiş
bir öfke var…




Köleleştirme operasyonu yapılırken uzak illerdeki (Fransa devleti bu
bölgelere DOM-TOM diye resmi bir ad vermiştir http://frenchetc.org/2008/10/07/french-overseas-territories/ ) kölelerin tespiti, ele geçirilmesi,
gemilere bindirilmesi gibi işleri yapacak bazı memurlara ihtiyaç vardı ve bu
memurlar belirttiğim batılı ülkelerin hapishanelerindeki mahkûmlardı. Batılı
devletler bir taşla iki kuş vurma işini yine iyi yapıyordu.
Farkındayım
bu metnin henüz eğitimle alakası fark edilmiyor. Şu andan itibaren batının yüzyıllar önceki halinden
değil bu günden bahsedeceğim. Geride kalan çirkin miras hafızalardan
silinmeyeceğine ve herkesin Nelson Mandela gibi bağışlayıcı ya da Mohandas
Ghandi gibi sakin olmayacağına göre hali hazırda var olan öfkeyi yönetmek
gerekecektir. Günümüzde insanları şekillendirmenin en kolay yolu eğitim olduğu
için batılı devletler içinden mermi çıkan silahı kenara bırakıp içinden
istendik insanlar çıkan eğitim silahını kullanmaya başlamıştır. Bunları öyle
oturduğum yerden yazmıyorum. 2017-2018 Eğitim Öğretim Yılı sömestir tatilimi Güney
Afrika’nın okullarında geçirdim.
Anladıklarım ve yaşadıklarım bir insan ya da
bir öğretmen olarak canımı çok sıktı. Mesela Güney Afrika 1994 yılında
bağımsızlığını ilan etmiştir. Nelson Mandela’nın inanılmaz hikâyesi başka bir
yazının konusu olacak ama birçok Afrika ülkesinde benzer hikâyeler var ve
ayrıca değineceğim. Ülke bağımsızlığını ilan ettiğinde ilk reformlardan birisi
tabii ki eğitim üzerineydi. Değişmesi gereken çok şey vardı. Mesela zekâ ve
bilişsel kapasiteleri zayıf olduğu gerekçesiyle siyahilerin okullarındaki
müfredatlar çok hafif tutulmuştu. Sonuçta yerleri silmek için matematik bilmeye
gerek yoktu. Okulların ayrı olması müfredatın zayıf olması bile siyahilerin
kimliklerini öğrenmesini ve hadlerini ezberlemesini sağlıyordu ya da sebep
oluyordu.
Bu bilgiyi Güney Afrika’nın Western Cape bölgesindeki Mondeor Eco
School’un İngilizce öğretmeni ve okul müdürünün de katıldığı bir röportajda
öğrendim. Okullar ve eğitim bundan daha vahşice kullanılabilir mi diye
düşünüyorum açıkçası.

Evet
yasalarda ve metinlerde işlerin son 24 yılda yavaş yavaş değiştiğini işaret
ediyor ama Güney Afrika’nın nüfusunun %25’i beyazlardan geri kalanı da siyahlardan
oluşuyor. Fakat ekonominin %75’i beyazların elinde kalanı ise siyahilerin
elinde bulunuyor. Siyasal güç transferi gerçekleşmiş ama sermaye transferi
gerçekleşmemiş. Uzun vadede sorun yaratabilecek bir istatistik olarak öylece
varlığını sürdürmeye devam ediyor. Nelson Mandela 4 yıl önce vefat etti ve
geride kalanların bu mesajı ne kadar taşıyabileceklerini sorarsanız bu konudaki
tereddütlerimi size anlatırdım.
Mesela
hiçbir yerde siyahiler ile beyazları sosyalleşirken, sohbet ederken ya da
beraber çalışırken görmedim. Açıkçası
sokakta, tarlada, çiftlikte vs. çalışan bir beyaz da görmedim. Kısacası güney Afrika’da
işler son halini almış değil. Halk gergin…
Not1: Yukarıda
anlatmaya çalıştığım sömürge tarihi döneminde Osmanlı Devleti’nin güçlü olması
bu coğrafyanın insanlarını korumuş olmalı. Çünkü batının yöntemi zayıfın
elindekini almak üzerinedir. Bu bilgi ya da yorumun gerçekliğinden emin
değilim, sadece yorum.
Not2:
Yazının başlığı Paulo Freire ‘nın Ezilenlerin Pedagojisi Kitabı ve Michael
Foucault’nun köleleştirilen siyahilere ‘’ Akıllı Maymunlar’’ diye bakılmasını
eleştirmesine atıf olarak düşünülmüştür.
Şahin Çevik
1 Şubat 2018
Cape Town - South Africa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder