28 Kasım 2017 Salı

Çocukların Mutsuz Olma Hızı

‘’ Bizim zamanımızda böyle değildi ‘’ klişesi bu yazının herhangi bir yerinde olmayacak. Bunu peşinen söyleyeyim.




Özellikle de ilkokul çocuklarında şikâyet etmeyi bilememe ve  şikâyet etme eşiği ile ilgili  düşünülmesi gereken şeyler var olduğunu düşünüyorum.

Bazı çocuklar kendisiyle herhangi bir alakası olmayan konularda öğretmene koşup şikâyetçi oluyorlar. Bazılarının şikâyet etme eşiği konusunda olgunlaşması gerekiyor, mesela oynarken olası bir çarpışma durumunu ‘’ bana vurdu’’ şeklinde anlatabiliyor. Bazılar da istedikleri anda, istedikleri kadar mutlu olmadıklarında dünyaları yıkılıyor. Bunlar normal mi? Önce bu soruya cevap bulmalıyız.  Kişisel görüşüm çocukların ruhlarını istila eden hazcılık davranışlarını doğrudan şekillendiriyor.

Nedir bu hazcılık?


Sürekli haz verene yönelmenin en uygun davranış biçimi olduğunu savunan felsefi görüş olduğunu söyleyebiliriz.
Öncelikle hazcılık konusunda sadece çocukları işaret etmek biraz haksızlık olur. Modern insan sevilmek, onaylanmak, iyi görünme, iyi hissetme,  belki de sadece diğerinden daha iyi olma gibi haller konusunda inanılması güç ve hızlı bir evrim geçiriyor. Bu evrimin tarihi muhtemelen 10 yıl falandır. Emin değilim ama öyle tahmin ediyorum.  Yaşı 10’dan daha küçük çocuklardan bahsettiğimizi burada bir hatırlayalım. Şimdi çocukları odağa tekrardan alarak tartışmaya devam edelim.



Çocuğun hazları,  öğretmenin ve arkadaşlarının gözünde önemli olma, oyun oynama, istediği oyunu oynama, istediği kadar sorumluluk alma, sıkıldığı anda bırakma, hiç mutsuz olmama, sadece istediği yiyeceği yeme,  başka birinde olan eşyaya hatta daha üstün versiyonuna derhal sahip olma,  bunaldığı anda annesinin okula gelip kendisini almasını talep etme türevi davranışlardır. Elbette her çocuk mutlu olmak ve oyun oynamak gibi hak ve özgürlüklere sahiptir amacım buradaki duygusal alt yapıyı deşifre etmek.

Özellikle büyük şehirlerin  gündelik yaşantısı ebeveynleri yoğun şekilde çalışmaya zorluyor.  Bundan dolayı çocuk ve ebeveyn duygusal ve sağlıklı ilişki kurmakta zaman bulamıyor veya zorlanıyor. Ebeveynler ise bu zorluğu telafi etmek için çocukları eşyaya boğuyorlar. Hele de çocuğun bir talebi varsa ikinci defa söyletemiyorlar bile. Doğal olarak da avm, oyuncak, tablet bilgisayar, televizyon, patates kızartması gibi şeyler ‘’ağrı kesiciler’’ olarak sık kullanılanlar listesindeki yerini alıyor.  Bağlantısını paylaştığım haberin detaylarına bakınca restoran sahiplerinin bir bildiği olmalı diyor insan.


( Bir sürü lokanta huzurlu yemekler için menüsüne tablet bilgisayar eklemiş durumda.  Büyükler yemeğini yerken küçükler  patates kızartması yiyip tableti ile oynuyor sadece 1.99 $ farkla )
Ben buradaki kurulamayan denge için anne babaların bahanesine kulak vermeyi istesem de davranışlarını asla onaylamıyorum.  Bu durumun bir diğer boyutu ise anne - babaların çocuklar üzerinden yarışı haline gelebiliyor ya da ‘’iyi anne baba’’ olmayı diğer anne babaların davranışları üzerinden tanımlıyorlar.  Hal böyle olunca da süreç kendini doğurmaya devam ediyor.
Anlattığım şekilde ( Umarım gerçek yaşam durumları  yazmışımdır.)  yıllar geçiren bir çocuk ise ilkokula geldiğinde toplum kurallarına angaje olma konusunda zorluklar yaşıyor. Özel yaşamının gerçekleri ile kolektif yaşamın ritüelleri arasındaki farklar memnuniyetsizlikler olarak ortaya çıkıyor.

Son tahlilde hazcı davranışlar alışkanlığa dönüştüğünde çocuklar bir bitkinin suyu bulmaya çalışan kökleri gibi arzu ettiği yaşam alanlarını arıyor. Bu arayış hali ise çatışmalara neden olabiliyor. Bir arkadaşının montu pembe diye ağlayan öğrenci tanıyorum.  Bildiğim kadarıyla da o hafta bir tane de kendisine aldırmıştı.  Bir çocuğun pembe mont istemesi normal gelebilir ama bunu için ağlamak ve de aynı monttan hemen bir tane edinmek bana pek sağlıklı gelmiyor. Ailelerin her talebi koşar adımlarla yerine getirmesiyle oluşan duygusallık çocukların ruhlarını ele geçiriyor ve bir şeye sahip olmak için istemek yetiyor. Bunu düşünmek zorundayız. Sadece ısınmak için mont alamayan insanlardan bahsedip konuyu acıklı hale getirmeyeceğim ama imkânı olanlarında doğru kullanması gerektiğini söylemezsem olmaz.

Peki, nasıl olmalı?

Çocuklarımızın istediklerini ‘’emir telakki’’ etmenin okul yaşantısındaki olumsuz etkileri ortada.  Esasen sadece okul yaşantısı diye sınırlamamak da gerekir ama konumuz okuldaki öğrenci davranışları üzerine olduğu için tartışmayı buralarda bir yerde tutmak daha makul. Çocuklar kendini mutsuz ettiğini düşündüğü şeyleri hemencecik şikâyet edip ve bunun mutsuzluğunu yaşıyor. Mutsuzluk ise ne zaman biteceğini bilmediğimiz depresyonları beraberinde getirebiliyor. Fotoğraftan uzaklaşıp baktığımızda ise ‘’ Okula gitmekten mutlu olmayan, ya da okulu sevmeyen bir çocuk’’ silueti beliriyor.
Her zaman olduğu gibi burada da makul bir yol bulunabilir. Anne-babalar tek çocuk, tek erkek çocuk, ilk torun,  geç doğdu, bebekken çok hastalıklar geçirdi gibi gerekçeleri acilen bir kenara bırakarak çocuklarının tanrılaşmasını bir an önce durdurmalıdır.  Ben eminim ki çocukların duyguları da bedenleri de yeterince dayanıklı.  Daha makul, daha planlı bir şekilde ilk çocukluğunu geçiren öğrencilerin ileriki yıllarda eşyanın fiyatını değil de değerini bilen insanlara dönüştüğünü de bolca görmekteyiz.  Çağın sorunları saymakla bitmez belki ama buna bir sınıf öğretmeni olarak söylemem gerekenler vardı.  Umuyorum şu anda küçük bebekleri olan aileler çocuklarının duygularının sağlıklı gelişmesi için bu fikirleri dikkate alırlar.  Ya da aslında herkes her şeyi biliyor ama yapmak mı zor? Yoksa kapitalist yaşam herkesi satın almak zorundaymış gibi mi hissettiriyor?

Bu soruların cevapları sizde.

Şahin Çevik

28 Kasım 2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder