29 Mart 2018 Perşembe

Hissetmezsen Fark Etmez



Ölüm her zaman erkendir. Ve ölüm gelip bedenimiz yerin 1,5 metre altında, ıslak, soğuk, kirli ve kurtlu bir yere gömüldüğünde hiç de mutlu olmayız bence. Ama hissetmezsek sorun da olmaz… Yaşantımızdaki bir sürü şey bunu benziyor. Çevre, özgürlükler, haklar, halklar, göçler, açlık, kirlilik, bölüşüm, adalet, sağlık, eşitlik, eğitim, kaynaklara ulaşım ve daha bir sürü meselenin sinir uçlarımıza ne kadar dokunduğu üzerine düşünmek istiyorum.  Ya da bu gündemler hayatımızda yoksa sorun da yok demektir.

Haydi başlayalım…

Bir insan olarak birçok konudan bahsedilebilirim elbette ama bir öğretmen olarak sadece eğitimden bahsetmek isterim doğrusu. Bir keresinde bir öğrenci ‘’ Sen insan değilsin, sen öğretmensin.’’ demişti. Şu anda onu hatırlıyorum.

Biraz kişisel hikâyemden bahsederek ülkenin eğitim tomografisini çekmek yakından uzağa doğru bir yol izlemek bu yazının yöntemi olsun. 2002 yılında ÖSS sınavından belli bir puan alarak batılıların ‘’secure job’’ dedikleri bizim ‘’Devlet memuru ol rahat edersin. ’’ diye Türkçeye çevirdiğimiz bir sebepten dolayı öğretmenlik mesleğini seçtim. Hem sınıf öğretmeni olarak atanmak görece daha kolaydı. Üstelik çevremde Toyota Corolla’sı olan kişiler genelde öğretmendi. Toyota Corolla’ya karşı özel bir sempatim yok. Çukurova’da kliması olan araba dünyanın en iyi arabasıdır. O sebepten aklımda kalmış yani.

Sonra söyleyeceğimi en başta söyleyeyim, öğretmenlik sevdiğim için yaptığım, hayalini kurduğum bir meslek olmadı. Yani ilk gençliğimde veya üniversite yıllarımda çok idealist bir ruhum yoktu. Mesleğe başladıktan sonra yaptığım işe âşık olduğumu söylemek çok daha doğru olur. Bu sebepten dolayı ziyadesiyle şanslı hissediyorum. Benim kadar şanslı olmayan, mesleğine karşı neredeyse nefret duyan öğretmenler de tanıyorum. Hem de çok… Hemen her gün bir şeylerden yakınan, en son 2 yıl önce kitap okumuş olan (ki burada iyimser olmayı istedim)  öğretmenler. Yalnız bu dışarıdan bakınca hemen anlaşılabilen bir şey değildir. Anlamazsanız fark etmez de…

2006 yılında Dokuz Eylül Üniversitesini bitirip İstanbul’a geldim ve özel bir okulda iş buldum. Çok güzel insanlar tanıdım. Çok garip insanlar da tanıdım. Bir keresinde bir veli bana bir arkadaşlarından söz ediyordu. Lise yıllarından arkadaş grupları varmış. İçlerinden ünlü ve zengin olanlar çıkmış sonradan. Özellikle de birisi lise yıllarında çok başarılı olmasına rağmen  ‘’ola ola öğretmen’’ olmuş. Düşünsenize velinize size böyle bir hikâye anlatıyor. Ben sadece bakakaldım. Şimdiki aklım olsa o veliyi kovardım yanımdan. Küstahlığından dolayı yapardım bunu. Bir taraftan da kızmıyorum o veliye, sanırım söylemeye çalıştığı bir şeyler var. Buradaki ana fikir bazen çok nezaketsiz, şımarık veya cahil velilerle de karşılaşabileceğimizdir. Normalde ana fikir aranıp bulunur ben sizi yormamak için doğrudan söyleyeyim dedim. Hâsılı ilk çocuklarım şimdi üniversitedeler. Son cümlenin yaşlanıyor olmakla bir ilgisi var ve bunu sevip sevmeme konusunda karasızım.  
        
İlk görev yerinde 3 yıl çalıştıktan sonra askere gittim. Döndüğümde ocak ayıydı ve şehre sonradan gelmiş pek çevresi olmayan öğretmen ya da çalışanlar için iş arayışında olmak kadar sinir bozucu bir dönem yoktur herhalde. Bu kısım acıklı hikâye anlatma gibi dursa da öyle değil. Ben krizlerin mücadele etme becerilerimizi artırdığını düşünüyorum. Sorun çıkıyor, bir şekilde çözüyorsun ve aynı sorun tekrar çıkarsa artık ne yapacağından eminsin. Bu iyi bir şey olmalı. Neyse bir şekilde o işleri yoluna koyup ülkemizdeki 1.000.000 kişilik eğitim ordusunun bir parçası olmuştum. Aslında tam olarak olamamıştım. Yani atanamamıştım. Çoğu kez ilk defa gördüğüm biri ile sohbet ediyor, kim olduğumdan bahsederken de haliyle öğretmen olduğumu söylüyordum. Karşımdaki kişiler ‘’atanamamış’’ olduğumu anladıklarında boyunlarını hafifçe bir yana yatırarak gayet naif bir ses tonuyla ‘’ Olsun!’’ diyorlardı. Beni incitmek istemedikleri çok anlaşıyordu.

Her şeye rağmen yeni işimde başarılı olmak, çok çaba göstermek, tutunmak istiyordum. İşler fena da gitmiyordu aslında. Ama bazen bir okulda çalışabilmek ve geçinebilmek için sadece çalışkan bir öğretmen olmak yetmez. İnsanlarla ilişkilerin iyi olacak, müdürü utandırmayacaksın, politik bir tavır ortaya koymayacaksın… Bunlar ve bunlara benzer işler yaparsanız sizi işten atarlar. Hatta size tazminatınızı vereceğiz ama istifa etmenizi istiyoruz derler. Çünkü müdürünüz ahlaksız bir şekilde hesap vermesi gereken kişilere sizin istifa ettiğinizi kendisinin aslında iyi bir insan olduğunu okulun kurucularına söyleyecektir. Aynı müdür sizin yaz boyunca nasıl geçineceğinizi düşünmez. Yaz maaşlarınızı vermez çünkü. Bu olay ve benzerleri bir sürü özel okul öğretmeninin yaşadığı olaydır. Yani benim tanıdığım bir sürü öğretmen var... Askere gitmeden önce okuldan ayrılırken tazminatımı alamadım. ‘’Hayır yani devletten bir sürü vergi kaçırıyorsun zaten çok mu zor bir öğretmenin kuş kadar olan tazminatını vermek. Yoksa çok mu açgözlüsünüz?’’ diyemedim  o günlerde. Ha verdik, ha vereceğiz derken sinir bozucu bir yere geldi olay. Mesele para pul meselesi değil. Yanlış anlaşılmasın. Mesele eğitim sisteminin neferleri denilen topluluğun yaşadıkları. Hadi diyelim çalışanların hakları ihlal edildi.  Öğretmenler haklarını nerede arayacak. Mahkeme süreci desen zaten işinden olursun. Sendika desen özel okulculuğun sendikası zaten olmaz. Devlette görev yapıyorsan sendikal çalışmalar amacından uzaklaştı. Sadece siyasi erke yakın ve uzak olanları tespit etmekten başka bir halta yaramıyorlar. Bir de okul müdürlerinin kim olacağı ile ilgili kafa yoruyorlar sanırım çünkü bir sendikanın okul müdürleri listesi geçtiğimiz yıl yanlışlıkla yayımlanmıştı. Tesadüfi şekilde listedekiler şu anda müdürlük yapıyorlar. İnanılmaz üstün yetenekleri sayesinde devletokullarının müdürleri olduklarına karşı  kamuoyunda uzun tartışmalar olmuştu... İşler buralarda bir yerlerde bir kere daha. Sohbet burada siyasallaşmak üzere gibi hissediyorum bu sebeple bu paragrafa devam etmeyeceğim.


            Elbette kurumsal kimliğini zaman içinde oturtmuş, çalışanlarının haklarını veren kurumlar da var ama bu kurumlar toplam kurum sayısının %10’unu geçmez. Bu yaşananları bilmezsek, fark da etmez diyoruz bir kere daha. Bu sebeplerden dolayı özel okul çalışanı olmak bazen iyi değildir. Yani bir kere gelecek kaygısı ciddi boyutlarda kendini gösterir. Ülkede son dönemde irili ufaklı bir sürü özel okul açıldı. Bazı okullarda çalışanların bir kısmı öğretmen bile değil. Okul kurucuları  yasaların aralarındaki boşlukları kendi çıkarları için çok güzel kullanıyorlar.  Şimdi şu okulda şöyle, bu okulda böyle oluyor dememe gerek yok sanırım.

Özel eğitim kurumları da dâhil olmak üzere ülkemizde 1.000.000 öğretmen 15.000.000 öğrenci bulunuyor. Yapının manevra kabiliyetini anlamak için sayılar önemli. Bu sistemi yöneten devletimizin 65. Hükümet’i şu anda görevde ve şimdiye kadar 94 tane bakanımız oldu. Bu bakanlar içinde 3 ay görevde kalan bile var.  Daha da fenasını söyleyeyim milli eğitim bakanlarımızın sadece 3 tanesi eğitimciydi. Bu istatistik bile ülkemizin eğitim ile ilgili durumunu değişik bir açıdan ortaya koymaya yetiyor.

Eğitim sistemimizin bir diğer ulusal durumu da şudur. Cumhuriyet tarihi boyunca siyasal hareketler hep okullar üzerinden yürürlüğe konuldu ve eğitim siyasal farklılıkların kurbanı oldu. Herkes eğitimimizin ne kadar kötü olduğunu söyleyip duruyor kimse de çıkıp ‘’ Biz ne yapıyoruz?’’ demiyor.  Mesleğe başlarken liyakat ile mensubiyet arasındaki seçim parametresine hiç girmiyorum bile. Şimdi bir kere daha diyorum ki hissetmezsek fark etmez de…

Burada bir şeyi hatırlamak lazım gelir. Mustafa kemal Atatürk ‘’ Öğretmenler yeni nesil sizlerin eseri olacaktır. Eserinizin kıymeti fedakârlığınız nispetinde olacaktır.’’ demişti. Bu şartlar altında yeni nesil bizim eserimiz olacaksa o neslin vay haline... Yukarıdaki şartlar altında mesleğini yapan/yapmaya çalışan öğretmenler olarak bizlerden çok bir şey beklenmemesi lazım. Ben Mustafa Kemal’in sözünün birinci kısmı değil de ikinci kısmındaki fedakârlık vurgusundan başka şansımızın kalmadığından neredeyse eminim. Her öğretmen kendi devrimini yaratmak ve mesleğin imajını daha iyi hale getirmek için elinden geleni yapmalıdır. Bütün bu notlar herkesten önce kendim için yazılmış notlardır. Belki sizin de dikkatinizi çeker.

Bu yazının herhangi bir yerinde öğretmenlerin maaşlarından bahsetmedim. Etmeyeceğim de. Meselemiz asla bu değil. Peygamber falan da değiliz tabii ki. Sonuçta İGDAŞ ‘’Siz öğretmenmişsiniz. Bu ay ödemenize gerek yok demiyor.‘’ demiyor. Her şeyin bir adabı ve hali  vardır ama bu yazının konusu para pul meseleleri değil. Yazının içeriğinde sağa sola laf etmiş gibi görünebilirim ama gerçeklikler, sevimsiz  gerçeklikler eğitim camiamızın her yerine sirayet etmiş durumda.

Genel panoramamız bu dünya bir yere doğru koşar adımlarla ilerlerken biz Challenger Uzay Mekiği’nin civatasını gevşetmekle ve Manisa’nın üzerine gelen depremi ülkenin doğu bölgelerine göndermekle meşgulüz.

Son söz, her şeye ama her şeye rağmen ülkenin eğitim düzeneği kör topal da olsa hala ilerlemeye yığınla güzel şey olmaya devam ediyorsa kalbi kocaman öğretmenler sayesindedir. Çok meşhur bir örnek olarak Dilek Livaneli ve Nurten Akkuş arkadaşlarımız 2018 Küresel Öğretmen Ödülleri ( Eğitimin nobeli diyebiliriz.)  listesinde ilk 50'ye Nurten Akkuş ise aynı  yarışmada ilk 10 finalist arasına girerek ülkemizde eğitim adına güzel işler yapıldığını ortaya koyarak bizlere ilham oldular. Kendilerini bir kere daha bu vesileyle tebrik ediyoruz.



Hepimize iyi gelecek olan şey de bu sanırım. 

İlgili videoların bağlantıları


https://www.youtube.com/watch?v=guNU7BJZKBk 


1 yorum:

  1. ’ Öğretmenler yeni nesil sizlerin eseri olacaktır. Eserinizin kıymeti fedakârlığınız nispetinde olacaktır.’’ demişti. Yorum yapmadan geçmek istemedim.Okur musunuz bilmiyorum bu yalnız bir iç döküş olacak.Fedakarlık olmadan ne insanlık oluyor ne de yaptığınız herhangi bir iş ya da ilişkide iz bırakabiliyorsunuz.Fedakarlık kelimesinin anlamını hep sevdim ve fark yaratmanın bu kelime ile olduğunu düşünerek yaptığım her şeye fedakarca emek verdim.Kimi zaman ciddi haksızlık dediğim yaşantılar deneyimledim.Fedakar olmaktan hiç vazgeçmedim böyle olmak sanırım fıtratım da var.Böyle olmayı seviyorum.Şimdi biraz daha büyüdüm ve enerjimi fedakarlığımı aileme ve çocuklarıma harcıyorum.Ve pandeminin getirdikleri ile de bu fedakarlığın anlamı büyüdü.Uyuyamıyorum daha birinci sınıf iken okuldan mahrum kalan miniklerimi düşünürken ve tüm çocuklar için..Kaygımın boyutu içimdeki enerjinin boyutunu keşfetmeme vesile oldu ve şuan geldiğim noktaya bakınca her şerde bir hayır var sözünün anlamı büyüyor..Ve daha daha ne yapmalıyım iç motivasyonu ile bu satırları yazıyorum.Karşılaştığımız için mutluyum.Varlığınız çocuklar için çok değerli sayınızın çoğalması duası ile..Yolunuz her daim açık olsun hayalini kurduğunuz her şey gerçek olsun Şahin öğretmenim bir dua edeniniz var..

    YanıtlaSil